25 Aralık 2008 Perşembe

Akıl Fikir Adası

ALEXIS AYAĞA KALKTIĞINDA...

If I do not burn
If you do not burn
If we do not burn
How will darkness come to light?
(Nazim Hikmet, “Like Kerem”)


“Ben yanmasam, sen yanmasan, bizler yanmasak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” diyor Nazım, Kerem Gibi diyor. Yukarıdaki alıntıyı neden İngilizce yaptığım merak edilebilir. Alıntı Nazım'ın uluslararası bilinirliğinin, ortak paydayı bulma yeteneğinin bir göstergesi aslında. Aynı zamanda geçtiğimiz haftalarda Yunanistan'da başlayıp Avrupa başkentlerine yayılan başkaldırı dalgasına nasıl da uygun bir slogan haline geldiğini dörtlüğün bu harekete öncülük eden beyin takımının takipçilere seslendiği yayın organlarında sıkça kullanılmasından görebiliyoruz.

“Biz” demekle ne büyüklükte bir kitleyi kastettiğimi bilmiyorum şahsen, ama bizler, Türkiye’de yaşayan -özellikle üniversite öğrencisi- gençler olarak Atina sokaklarında başlayan bu hareketlenmeye kayıtsız kalamayız. Kısaca olayların geçmişini, bugününü ve geleceğe etkilerini şahin medyamızın yanlış aksettirdiği bilgileri birebir Yunanistan’dan gelen bilgilerle düzelterek anlatmaya çalışacağım birazdan. 15 yaşında polis kurşunuyla hayata gözlerini yuman Alexander Grigoropoulos isimli gençle başlayalım, bu yazıda O’ndan arkadaşlarının yaptığı gibi “Alexis” olarak bahsedeceğiz. Alexis, medyanın pek üstünde durmadığı yönüyle, arkadaşlarının tersine Yunanistan için varlıklı sayılabilecek bir ailenin tek oğluydu. İşadamı babası ve yine ticaretle uğraştığını öğrendiğim annesi, Alexis’in özel bir okulda okuduğunu üstüne basa basa belirtiyorlar. Yunanistan, vakıf üniversitelerinin kurulmasına izin verecek yasayı bile öğrenci protestoları yüzünden çıkaramamış bir ülke. Bu yüzden 15 yaşındaki Alexis’in özel bir liseden gelmesi O’nu genelde orta sınıf ve altı ailelere mensup “dava arkadaşları”nın yanında gerçekten “özel” yapıyor. Alexis, 6 Aralık 2008 günü akşam saatlerinde öğrenci protestolarına alışık olan Atina sokaklarından birinde ironik olarak meslektaşları arasında “Rambo” lakabına sahip bir polisin tek kurşunuyla can verdi. 7 Aralık Pazar, Alexis’in öldürüldüğü yer ve Atina’nın merkez noktalarından biri olan Eksharia semti için tarihi bir gündü. İki haftadan fazladır üzerinde konuştuğumuz eylemler bu noktada, hükümet ve polisinin hiç de beklemediği bir anda patlak verdi. 9 Aralık’ta 5 bin kişinin katılımıyla gerçekleşip daha büyük bir nefret dalgasına dönüşen cenaze törenine kadar geçen iki gün, olayların Atina dışına taşması için yeterli bir süreydi. Gerçek ismini yazıda kullanmamı istemeyen Feraios takma isimli bir öğrenci lideri bu süreç için “İnanılmaz günler yaşıyoruz..” diyordu, “Nereye doğru gittiğimizi harekete geçtikten sonra yeni yeni fark ediyoruz.” Feraios, takma ismini 1798 yılında öldürülen Yunan tarihçi ve devrimci yazar Rigas Feraios’tan alıyor, Atina Üniversitesi girişindeki heykeli protestocular tarafından bir şeyleri hatırlatırcasına işaretlenen yazardan…

Ülke içinde birdenbire yayılan olayların sınırları aşması çok gecikmedi tabi ki, doğu sınırı bu tür hareketlere kapalı olsa da batı sınırından dışarıya yayılan birlik ve isyan dalgası bütün Avrupa başkentlerinde –AB fonları kapsamında yurtdışında okumaya giden yoğun Yunan genç kitlesini de arkasına alarak- büyüdü. Genelde sinemaya gitmek yada “ortamın” nabzını tutmak için uğrak yerimiz olan güzide İstiklal Caddemiz’de onlarca polis tarafından özenle korunanı hariç, neredeyse bütün Avrupa metropollerindeki Yunan temsilcilikleri protestocu öğrenciler tarafından işgal edildi. Sonuçta işler iktidarda Kostas Karamanlis’in başbakanlığını yaptığı Yeni Demokratlar (Nea Demokratia) hükümetini olağanüstü hal hakkında konuşmaya götürecek kadar çığırından çıktı. Ülkemizde de bir muadili bulunan yılların değişmez muhalefeti “oğul” Papandreu da isyanları ülkeyi erken seçime götürmek için fırsat olarak değerlendirmek istiyor, belki de başaracak.

Peki sorun ne? Gerçekten Alexis’in polis kurşunuyla öldürülmesine mi bu öfke, yoksa ana akım medyanın iddia ettiği global ekonomik krize karşı “küçük ve abartılan bir kıvılcımla” alevlenen bir geri dönüş mü? Bu cevabı ararken Yunanistan’dan gelen gerçek seslere dönmek istiyorum. Kostas C. , Ege’nin küçük adalarından Syros’ta yaşayan, İskoçya’da kıt kanaat yapabildiği uzmanlığının ardından doktorluk mesleğini sürdürmek için yurduna geri dönen Yunanlı bir genç arkadaşım. AB şartlarında, örneğin İngiltere’de aylık 8000 pound’lara varan doktor maaşlarına karşılık Yunan hükümetinin Kostas’a sağladığı maaş bunun yarısına bile yetişemiyor. Atina’da okuduğu yıllarda şu an yaşananlara benzer birçok eyleme katıldığını söyleyen Kostas, Yunanistan’da gençlerin ekonomik öfkesini en iyi anlayan, eğitiminin ve emeğinin karşılığını refah bir yaşam olarak alamayan kesime mensup. 1981’de ağır şartlar kabul ederek Avrupa Birliği’ne tam üye olan Yunanistan, bu tarihten beri Avrupa geneline en çok öğrenci gönderen ülke konumunda. Sorun da tam burada başlıyor aslında, yurtdışına çıkıp Fransız ya da Alman akranları ile aynı şartlarda, aynı kalitede eğitim alan Yunan gençliği büyük umutlarla döndükleri evlerinde acı bir sürprizle karşılaşıyorlar; Fransa ve Almanya gibi devlerin yönettiği AB’nin zorlamalarla, sınırlamalarla, tarım kotalarıyla “kaliteli turizm” gibi romantik hedeflere yönlendirilen ülkelerinde bu eğitimin hiçbir işe yaramayacağı gerçeğiyle… Tatmin edici bir iş bulabilen şanslı kesimin dışında kalıp ilk şoku atlatabilen gençler piyasa tarafından ikinci bir şoka maruz bırakılıyor, Kostas’ın deyişiyle “700 Avro” şokuyla. Evet, “700 Avro Gençliği”, adını Yunanistan’da şu an geçerli olan 700 Avro’luk asgari ücret düzeyinden alıyor. Bu apaçık gerçeklik, Yunan gençliğinin yegane karamsarlık nedeni sayılıyor. Ancak ekonomik kriz fırtınasının estiği şu günlerde bahsettiğimiz olayların basitçe “krize isyan” olarak değerlendirilmesini ben de basitçe bir hakim medya oportunizmi olarak değerlendiriyorum. Bu değerlendirmeye yardımcı olması için sesini duyurmasını istediğim bir başka arkadaşıma, Eleni M.’ye dönmek gerek. “Tatil için mükemmel bir yer olduğu doğru ama politik cahilliğiyle, militarist ruhunun canlılığıyla, yetişkin kuşaklarının kör milliyetçiliğiyle ve devlete, dolayısıyla da polisine gösterilen sınırsız toleransıyla bu ülkeden nefret etme noktasındayım…” diyor Eleni. Aslında günlerdir evlerinin yüzünü görmeyip sokaklardaki akıntıya kapılan binlerce üniversiteli ve liselinin görmezden gelinen gerçek mesajını anlatmaya çalışıyor. “Ekonomik sıkıntıları bahane etmek çok kolay, Amerika işleri batırdıktan sonra bunları yaşamamız basına, liderlere ve az düşünüp çok konuşan muhafazakarlara isteyip de bulamayacakları bir bahane sundu. ‘700 Avro Kuşağı işte, kriz yüzünden gerilen bir kısım heyecanlı genç’ diye bahsediyorlar bizden. Ama işler öyle değil, gerçekten, bundan daha önemli kaygılarımız var 2009’a girerken..” diye devam ederken sözünü kesiyorum, “Ne yani, Yunan gençliğinin ekonomik sorunları olmadığını yada olmayacağını mı düşünüyorsun?” Cevap beni Yunanistan’da ve evet, Türkiye’de, devlet ve resmi kolluk kuvvetlerinin halk üzerinde kurduğu şiddetli baskı üzerinde bir daha düşünmeye itiyor: “Tabi ki ekonomik sorunlarımız var, her zaman vardı ve yine olacak. Eylemler maaşlarımızı da artırırsa ne ala… Ama şu an emin olmamız gereken, uğruna mücadele ettiğimiz şey, 700 yerine 7000 Avro kazanılan bir gelecekte Yunan çocuklarının neden yapıldığı belli olmayan savaşlarda ya da basitçe, vahşice, sokaklarda kuklalar tarafından öldürülmemesi. Gerçekten bize ait, yaşama hakkı olan bir Yunanistan istiyoruz. Bu evrensel bir dilek, bize benzeyen Türkiye gibi ülkeler için de geçerli.”

Son yıllardaki karnesine bakıldığında Yunan polisinin şiddet kullanımında görmezden gelinemez biçimde artan bir hız var. Türkiye adlı bir ülkeyi de hatırlatırcasına, Yunan televizyonlarında polisten dayak yiyen, işkenceye maruz bırakılan, “AB standartlarına aykırı biçimde kötü muamele” gören gençleri konu edinen haber sayısı giderek artıyor. Ayrıca Yunan gençlerinin hakkında sıkça şikayet edip defalarca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götürdükleri bir konu da AB ülkeleri arasında zorunlu askerlik hizmetinin bulunduğu, hizmetini gerçekleştirmek istemeyenlerin yasal haklarının olmadığı tek ülkenin Yunanistan olması. Bütün bu gerçeklikler “sinir birikimi” yapan, patlamaya hazır gençliğin hissettiği gerginliğin en büyük nedeninin yaşanan küresel gelişmelerden çok ülke sınırları içinde iktidarın ve kamuoyunun büyük kısmının görmezden geldiği (ve kalben desteklediği) anti-demokrat/otoriter çizginin yükselişi olduğunu gösteriyor. Kostas, Eleni ve öğrenci lideri Feraios’un benzer cümlelerle üstünde durdukları bir nokta olaylara farklı gözle bakmayı gerektiriyor. Öyle ki, 3 genç de benim ısrarla üstünde durduğum “isyan” kelimesini düzelterek yaşananları daha çok -Eleni’nin sözleriyle- anne ve babasına çok kızgın olan küçük bir çocuğun uyarı amaçlı dikkat çekme hareketine benzetiyorlar. Bu çok manidar çünkü olayların çıkmasında sorumluluk hissedecek herkese ortak bir çözüm potası sunuyor. Sokaklarda günlerini geçiren gençler annelerine, babalarına, dedelerine, evde oturan arkadaşlarına ve toplumun bütün uyuyan kesimlerine bir mesaj vermek istiyor; bir bakıma “demokrasi” kavramını borçlu olduğumuz bir tarihi geçmişin çocukları, ellerindeki mirasa uygun olarak bütün bir toplumu kaosa değil, tam tersi çözüme davet ediyor. Karamanlis hükümeti ise pek nadir rastlanmayan vizyonsuz hamlelerle, mesela polis ve askere savaş dönemleri hariç tarih boyunca dokunulmaz olan Yunan üniversitelerine müdahale yetkisi verecek anayasa değişiklikleri ile umutsuzca sonuca ulaşma peşinde. 2008 yılını bitirirken evrensel bağlamda “ülkelerine kızgın gençler” için çok anlamlı ve ileride iyi hatırlanacak günler yaşıyoruz. Ancak endişeyle izlediğim kritik bir nokta var ki, o da esas dinlemesi gerekenlerin gençlere kulak vermeye henüz gönüllü olmaması. Bunun sonucunda bu tip süreçlerin daha ağır sonuçlar doğuracak şekilde herhangi bir Avrupa metropolünde belki de daha sık aralıklarla gerçekleşmeyeceğinin garantisini kimse veremez. Yazıya ilham veren değerli arkadaşlarım Kostas ve Eleni’ye, görüşlerini açıkça belirten Feraios’a buradan teşekkür ediyorum. Eskisi kadar yoğun olmamakla beraber özellikle Atina’daki eylemlerin ve üniversite işgallerinin 20.gününe girmek üzere olduğunu, Alexis’i vuran “Rambo” lakaplı polisin hala aileden ve kamuoyundan özür dilemeyi reddettiğini ve bu 20 gün boyunca polis ateşi ile birçok öğrencinin daha yaralandığını hatırlatmakta yarar var. Pek korkmuşa benzemiyorlar; ulusal andı “Eleftheria i Thanatos”, yani “Özgürlük yada Ölüm” olan bir ülkenin gençleri için şaşılacak bir durum olmasa gerek.