27 Kasım 2008 Perşembe

Akıl Fikir Adası

Bana Her Şeyi Anlat Mustafa


Uzun süre sonra buradayım, ama kısa giriyorum.

Olay başlıktan belli, Caddebostan Kültür Merkezi, bir süredir uzaktan gülümseyerek izlediğim “Mustafa” tartışmalarına dahil olabilmemi sağladı sonunda.


Çok kısa girdim, biraz geriye dönelim. Can Dündar, hani o insanları ağlatan Sarı Zeybek’i çektiğinde el üstünde tutulan, “ne kadar da objektif, gözlemci bir gazeteci, bravo” olan 1982 model gözlüklü abimiz; Mustafa’yı kurgularken filmi vizyona verdiğinde nelerle karşılaşacağından emindi, eminim. “Olsun, görelim tabu neymiş..” deyip devam etmiş, eh, tabu neymiş hep beraber gördük son 1 ayda. Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, bir olay üstünde süren kısır tartışmalara bakıp, tartışmayı sürdüren ve tartışmadan uzak durup kenardan izleyen insanların profillerine dikkat edip, az da olsa kendimizin o olay üstünde nasıl düşüneceğini çıkarabiliyoruz. Bu insan bir akşam, bir İETT otobüsünde “30 yıllık öğretmenim ben, Atatürk’ü kısa boylu, yalnız, karanlıktan korkar halde gösteren filmi öğrencime nasıl öneririm” diyebiliyor yahut bir başkasını sokakta “demokrasi-geliyor”cu sözde liberal yazarlarımızın çok el üstünde tuttuğu o muhafazakar/ortanın sağının biraz köşesi/geçim dertlisi profili sergiler şekilde “Bak Atatürk dedikleri nasıl içkici, nasıl kadın düşkünü, nasıl da zıpçıktıymış, okulda anlatılanları dinlemek yok artık” diye çocuklarına nutuk atarken izleyebiliyoruz. Eh, bize kenardan gülümsemeye çalışmak kalıyor, ya çok biliyoruz ya da olan biten hakkında hiçbir fikrimiz yok.


Kendi fikir adacıklarıma geri dönüyorum, Mustafa Kemal Atatürk hakkında yapılmış kuşkusuz en iyi, en hassas, en ne yaptığını bilen işi izledim bu akşam CKM’de. 3 yaşında başladığım -bir devlet kurumuna ait olan- kreşin girişinde dünyanın en sert bakışlı adamı olarak tanıştığım Mustafa Kemal’i ilk kez bu kadar “bir şeyler yanlış gibi hissetmeden” tanıdım. Resmi ideolojinin soğuk eli 3 yaşında dokunmuştu ilk kez enseme, o günden beri ürperirim, o günden beri “doğru” hissi verecek gerçeklerden oluşan açılımların sıcaklığını zevkle kabul ederim.


Uzun uzun filmi anlatmayacağım tabi ki, ama bana verdiği hissiyatı bir şekilde aktarmam lazım buraya. Filmin yapmaya çalıştığı ve başarılı olduğu gibi yapalım o halde. Ben ülke kurtarmak için 3 metre olması şart olan Atatürk’ü değil, yan yana durduğumuzda benden kısa duracak da olsa kendi boyutlarında bir insan olan Mustafa Kemal’i tercih ediyorum. Hiçbir şeyden korkmadığı iddia edilen, kadına bile zaafı olmayan duygusuz bir askeri gerçekçi bulmuyorum. 5 yılda yüzyıllara sığmayacak devrimleri topluma kazıyan bir adamın içinde halka dikta etme duygusu olmayacağını iddia edemiyorum, bu sırada Mustafa anı defterlerini dolduruyor, ben kendimi doğruluyorum. Yatılı okulda parasız kaldığında anı defterinin başında ağlayan, İstanbul’a genç olarak ilk çıkışında şehir ışıklarına kapılan genç bir adamı çok daha iyi anlıyorum ben. Gittikçe mitleştirilen bir yarı tanrıdansa üstünde yaşadığım bu ülkeyi kuran, kendine ait bir hayat için de çabalayıp çoğu zaman başarısız olan, evet bazen tam bir kaybeden olan bu adamı Genelkurmay’ın hazırladığı tarih kitaplarında anlatılan paslanmaz çelik askerden daha çok seviyorum. Doğu cephesi yollarında tehcir trajedisiyle karşılaşan Mustafa Kemal’in kalbinin sızlaması ihtimalini bile çok önemsiyorum. Taraf’tan Yıldıray Oğur’un dediği gibi, ben de devlet baba’nın Mustafa’ya alternatif olarak hazırlattığı “insan olmayan Atatürk” belgeselini merakla bekliyorum şu andan itibaren.